Burada okuyacaklarınız, Hulki Cevizoğlu' nun Tarih Başa Sarıyor adlı eserinden İzmir işgali hakkında yazılan bölümden alıntılardır.Anlatılanlar can yaksa da memleketimizin hiç de kolay kazanılmadığının ve bu uğurda çok acılar çekıldiğinin kanıtıdır.
Ne kadar Türk kani içerseniz o kadar sevap…
Papaz Hrisostomos, Yunan askerlerine bağırıyordu : Ne kadar
Türk kanı döküp içerseniz, o kadar sevap...
Yunan isgal kuvvetlerini taşıyan gemiler, saat 07.30’da
limana girdiler. İlk işgalci birlikler, saat 08.40’da, karaya çıktı.
Yunanlıları, İzmir’in yerlisi Rumlar limanda sevinç gösterileri yaparak
karşıladı. Metropolit Hrisostomos, Yunan bayrağını öptü, ilk çıkan işgal
taburunu, abartılı bir törenle “takdis” etti, tuz serpti ve onlara şöyle hitap
etti:
“Asker evlatlarım, Helen çocukları!
Bugün ecdat (ata) topraklarını yeniden fethetmekle, İsa’nın
en büyük mucizesini göstermis oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp
içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı
içmekle onlara karşı kin ve nefretimi teskin etmis (yatıştırmış) olacağım.
Haydi, buyurunuz, bütün Azizler sizin arkanizda olacak. Atalarınızın toprakları
sizleri bekliyor.”
Hrisostomos, Yunan ordusu sanki cesurca Türk ordusuyla
savasmaya geliyormus gibi, -halk deyisiyle- “gaz” veriyordu!.. Oysa, Mondros
Mütarekesi (Ateskesi, Bırakışmasi) ile Türk ordusu silahsızlandırılmış ve
dağıtılmıştı. İşgal ordusu yalnızca, karşısına çıkacak masum sivilleri
katletmek için geliyordu. Hristiyan azizlerin desteğini almasına gereksinimi
yoktu!.. Sözde din adamının söylediği “içilecek Türk kanı ”, savaş meydanında
olmayan masum kadın ve çocukların kanıydı!.
Katliam için kışkırttı.
Kısa bir zaman içinde bu kanın içinde boğulacaklarını hiç
tahmin bile etmiyorlardı!.. Nitekim, Türk balıkçılar ve sandalcılar, zincirlere
bağlanarak denize atılıp öldürülmeye başlandı. Büyük bir hızla öldürme ve yağma
baslatılmıştı. Sanat Okulu öğrencisi İhsan (Efendi) boğazlanarak öldürülüyor,
Sütçü Ahmet Ağa Cedit Mahallesi’nde parçalanıyor, karakollarda polisler
boğazlaniyor, direnenlerin bir kısmı bulunan kuyulara atılıyor, yakalanan
askerler ya kursuna diziliyor ya da bıçaklanıyordu. Yerli Rumlar yan yana
yasadığı Türklerin evlerini basıp kızların ve kadınların ırzına geçiyordu.
Kordon boyunda birçok ceset karaya vurmaya baslamıştı.
Birlesmis Avrupa’nın işkence kriteri
İşkenceler daha sonra büyüyerek devam edecekti. “Birlesmis
Avrupa’nın işkence kriteri” ile karşılaşan dünya, bugün Irak’ta, Filistin’de
yapılanlara olduğu gibi, isgal döneminde Türklere yapılanlara da göz yumdu,
susarak destekledi. Dahasi, işgal kuvveti içinde yer alarak işkencenin
göbeğinde yer aldı. Bu işkenceler ve insanlık dışı askeri faaliyetler, İstanbul
Hükümeti’nin İçişleri Bakanlığı tarafından, “Türkiye’de Yunan Fecayii” adıyla
iki ciltlik işkence kitabı biçiminde yayınlandı. Resmi belgelere göre, “Sessiz kalan dünyayı ve Avrupa’yı utandırması
gereken” işkencelerden bir kısmını kayıtlara bir kez daha geçirelim:
* “Orhangazi’de
çırılçıplak soyulan erkekler, ellerıne kırbaçlar verilerek kendi eşlerini
dövmeye zorlanmışlardır.
(15 Ekim 1921 tarihli rapor)
İnanılmaz mezalim
* Yerli Rumlar’la birlikte Çınarcık köyünü çeviren
Yunanlılar, anneleri erkek evlatlarına peşkeş çekmek istemişler, fakat ölüm
pahasına bunu yapmayan delikanlıları süngüleyerek öldürmüşler, süngü ucuna
taktıkları bebekleri kuzu kızartır gibi ateşlere tutmuşlar, genç kızların
göğüslerini keserek kebap yapmışlardır. Çınarcık’ta öldürülen 24 kişinin adları verilmektedir.
Bunlardan kadın olanlarin adları ve öldürülme biçimi şöyle sıralanmaktadır:
İmam Hafiz’in kızı Emine (başı kesilerek), Emine kızı Hatice (süngü ile), Emine
kızı Nerime (süngü ile delik desik), Celal Efendi’nin torunu 4 yaşındaki Nigâr
(kazığa vurularak),İbrahim Çavuş’un annesi Fadime (yakılarak), Arnavut Mehmet
Çavuş’un 9 kişilik bütün ailesi (balta ile).
(24 Nisan 1921 tarihli rapordan)
Diri diri yaktılar...
* Cihanköy’de 5 yaşına kadar olan çocuklar evlerinden
toplanarak annelerinin gözleri önünde süngüye takılıp diri diri ateşe
atılmışlardır. Yeniköy’de tutulan raporda, 70 yaşındaki bir kadının üzerine
erkek uzuvları konulduğu, 13 yaşında kadar olan bir genç kızın memelerinin
delindiği, deliklere tahta parçası sokulduğu yazılıdır. (19 Ekim 1921 tarihli
rapora göre)
* Aşağı ve Yukaıi Karadere’de 70 yaşındaki bir kadının
doşranmış parçaları, bir küçük yığın haline getirilmiş ve kesik baş bu yığın
üzerine konulmuştur. Araştırma Kurulu tarafından yakalanan bir Yunanlının
çantasından bir avuç kınalı kadın parmağı, bilezikler ve altınlar çıkmıştır.
(15 Mayis 1921 tarihli rapor)
* 13 Nisan 1921’de Yunanlıların yerli Rumlar’dan kurduğu
çeteler, çevre köylerden bütün genç kızları Çalci Köy’e toplamışlardır.
Erkekler de toplu olarak oraya getirilerek ağaçların altına serilmiş
yataklarda, kurşun tehdidi altında
yapılan âlemleri seyre mecbur tutulmuşlardır.
Kızılhaç temsilcisi Gehri' nin raporu: Hıçkırıklar gökleri
sarsıyordu.
Müttefik İnceleme Kurulu’nda görevli Kızılhaç temsilcisi M.
Gehri’nin 10 Temmuz 1921 tarihli, İzmit’te kaleme aldığı 5 numaralı raporunda şöyle bir manzara anlatılıyor:
* Daracık bir sokaktaki kadınlar hamamının önünden geçtigimiz sırada, kalın çivili bir kapı birden açıldı ve içinden yüzlerce genç kız,
değirmen oluğundan akan bir su gibi bir anda dışarı fırladı. Saçları başları
darmadağınık, elbiseleri yırtık ve kan içinde idi. Birçoğu elbiselerini yırtıp
külot yerine örtmüştü. Deliler gibi sağa sola kaçışmaya başladılar. Kadın
gözlerinin bu kadar yuvalarından fırladığını, ağızlarının bu kadar çirkin
olduğunu ve yüzündeki çizgilerin böylesine derinlestiğini o dakikaya kadar
görmemiştim. Korkunç bir ağlama sesi, âdeta gökleri sarsıyordu.
Delice nazarlarla beni süzüyordu.
Ayaklarıma kapananların, yalvaranların hesabı yoktu.
Kocalarının, erkeklerinin nerelerde olduklarını soruyorlardı. Güzelliği
karşısında bir anda hayran olduğum genç bir esmer kız, iri yeşil gözlerini
gözlerime dikmiş, akıl hastalarının bakışlarına benzeyen delice nazarlarla beni
süzüyordu. Kendisine doğru bir adım atınca hafif sağa döndü, başını önüne eğdi.
Sonra yüzünü çevirerek manasız, soğuk bir tebessümle baktı. Kendisine bozuk bir
Türkçe ile ’Nasılsınız?’dedim. Birden ağiz dolusu bir tükürük savurdu. Sonra su
satirlari yazdigim anda kulaklarımda çınlayan berrak, temiz bir kahkaha attı;
çıldırmıştı zavallı!..
Kızların
bir çoğu payimal edilmiş!
Sonra
öğrendiğimize göre Yunanlılar ve yerli Rumlar, bir mahallenin ne kadar genç
kızı varsa, geceden toplamaya başlamış ve üçer beşer bu hamama tıkmışlar. İçlerinden bir çoğu payimal edilmiş, sabaha karşı kadınlardan en güzel ve
tazelerini ayırarak çirkin ve cılız olanları serbest bırakmışlar. Maksatları bu
kızları yanlarında götürüp, Yunan askerlerine kadın temin etmekmiş.
M.Pierre
gece kiliseden çıkarak Türk evlerini teker teker gezmiş ve Yunanlılar’ın
kendilerini öldüreceklerini söyleyerek kiliseye sığınmalarını istemiş. Kiliseye
3 bin kadar Türk toplanmış. Yunanlılar bunu duyup kiliseyi basmak istemişlerse
de, Fransız Yüzbaşı Allen Goumard’in sert tutumu üzerine girememişler.”
Yerli Rumlar da, sehit düşen asker ve komutanlara bile
işkence yapıyor, kafalarını kesmek gibi uygarlık dışı her türlü yolu deniyordu.
Manisa Papazlı Köyü’nün yerli Rumlar’ı, iyice azıtmışlar ve yakaladıkları Halit
Paşa’nın da kafasını kesip bir köylü ile Paşa’nın alayına göndermişlerdi.
İngiliz subayı Yunan zulmünü anlatıyor...
HAMİLE KADINLARIN KARINLARINI DEŞTİLER !
29 Mayıs 1921 tarihli başka bir raporda, İngiliz Subayı,
Yunanlı Teğmenin Türkler’e yaptığı zulmü anlatmaktadır:
Türkler evlerine girip kapıları kapayınca Yunanlılar köye
girdiler ve hemen bütün evlere taksim oldular. Başlarında bir teğmen vardı.
Evden çıkarılan kadın, kız, çocuk ve erkekler süngülerle dürtülerek meydanlığa
toplandı. Hepsi durmadan dövülüyordu. Genç kızlara feci sarkıntılıklar
yapılıyor ve elbiseleri süngü ile yırtılıyor ve göğüsleri kesiliyor. Yunan
tegmenin yanına gittim. Bu vahşete neden lüzum gördüğünü sordum. Rumca bir şeyler söyledi ve beni azarladı. Tüylerim diken diken olarak daha feci
manzaralara şahit oldum. (...) Kızlar, kadınlar bağırıp çağırıyorlardı. Yunan
askerlerine yalvarıyorlar ve ayaklarına kapananlara merhamet edilmiyordu.
Evlerin pencerelerinden alevler çikmaya baslamıştı. Büyük ağacın altında bir
genç kadın koyun gibi boğazlandı ve sonra karnı deşilerek çocuğu süngüye
takılıp bir Türk erkeğine uzatıldı. Bu feci manzara bir saat sürdü. (...) Hava
kararıncaya kadar vahşet devam etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder