16 Ocak 2013 Çarşamba

LEVANTEN Mİ, TÜRK MÜ ?


Bugün İzmir'i İzmir yapan; sosyal hayatına, ekonomisine, kültürüne ve insanına sayısız katkılar sağlayan kimilerine göre Batılı, kimilerine göre Doğulu denilen; kendilerine sorduğunuzda ise üzülerek ' Biz ne Türk'üz ne de Avrupalıyız.' diyen bir halk Levantenler. 
Avrupadan doğuya göç ettikleri için bu adı alan bu grup, özellikle Hollanda, İngiltere, İtalya ve Fransa 'dan Doğu Akdeniz kıyı bölgelerine - yani Levant'e - göç eden gayrimüslim tüccarlar olup Osmanlının sosyo - ekonomik düzleminde tarihi bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Levanten sözcüğü ve Levantenlik kavramı üzerinde tartışmalar süredursun, günümüzde bu kavramlar genel anlamda, ' Özellikle Osmanı Devleti'nin kapitülasyon hakkı vermesiyle Anadolu'ya göç eden, zamanının ve bugünün en önemli liman şehirlerinden biri olan İzmir ve İstanbul' da ticaret ve kolonicilikle uğraşan gayrimüslim Avrupalılar.' olarak kabul görmektedir. Bu yazıda bahsi geçen grup İzmir ' e yerleşenlerdir ancak unutulmamalıdır ki Osmanlı ve günümüz Türkiye' sinde tarihe kattıkları açısından İstanbul Levantenleri de başka bir araştırma konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bu koloniler şehre 991' de Bizans' tan aldıkları imtiyazlarla göçmeye başlamışlar ve İzmir' dekilerden çok daha uzun süredir bu topraklarda ticaret yapmakta ve yaşamaktadırlar.

İşbu noktada akla gelen sorunun cevabı ziyadesiyle basittir: Levantenlerin bu topraklara gelme sebebi, ülkelerinde bulamayacaklari yaşam koşulları ve iş imkanlarıdır. Kazanılan paranın devlet tarafından sağlanan imtiyazlarla sürekli artması da dini, ırkı ne olursa olsun her insanoğlunu cezbedecek en önemli şeydir. Başta sadece ticaret için gelen bu insanlar, sonraları buralarda yaşamaya başlamıştır. 

Dışarıdan bakıldığında parlak görülen bu yaşam değişikliği, Levantenleri girilen yeni sosyal ortam içerisinde çözüm arayışlarına itmiştir. Farklı din ve mesheplerden olan bu azınlıkların, farklı dillerde konuşurken anlaşamaması, gerek Türk Müslümanlarla gerek kendi aralarında hayati ve ticari adımlarını atmalarını zorlaştırdığından, kendi aralarında Rumcayı ortak dil seçerken resmi toplantılarda Fransızca konuşmuşlar, çocuklarına azınlık okullarında İtalyanca, Fransızca ve İngilizce öğretmişler; İzmir'in yerli azınlıklarından  Rumlar, Gürcüler ve Ermenilerle evlenmişlerdir. Bu durum yaşanılan soruna çözüm getirse de uzun vadede etnik özelliklerini yitirmelerine sebep olmuştur. Bugün birçok Levanten' in 'Ben gerçekten kimim?' sorusunun temelinde bu kültürel değişme yatmaktadır.

Osmanlı kültüründeki hoşgörü şüphesiz ki bu azınlıkların da hayatını kolaylaştıran en önemli etken olmuştur. Öyle ki Türkler gibi Levantenler de dini günlerini kutlayabilmiş, kendilerine özgü kafeler, kültür ve eğlence mekanları kurabilmiş, sefaret tercümanlığı ve diplomasi gibi önemli mevkilerde yer alabilmişlerdir. Pek çoğunun eğitimli ve kültürlü olduğu bu azınlık, İzmir' e sosyal, ekonomik ve kültürel alanda yenilikler kazandırmıştır. Postane, tren yolu, belediye, okul ve hastane gibi hizmetler taşımışlar, şehrin fiziki görüntüsünü modernize etmişler; mimari, kılık - kıyafet ve eğlence anlayışında yenilikler getirmişlerdir. İlerleyen zamanlarda Osmanlı siyasi hayatında ve halk arasında etkin, çoğu kez de belirleyici rol üstlenen Levantenler, zamanla Osmanlı uyruklarının devlete karşı olan yükümlülüklerinden bağışık tutulmaları, devlet nezdindeki saygın konumları ve Avrupalılara özenen giyim - kuşam ve görenekleriyle Osmanlı aydınlarının yanısıra Türk milliyetçiliğinin tepkisini çekmişlerdir. Lugatımızda yer alan ve edebiyatımızda sıkça işlenilen 'alafrangalık' teması, özellikle 17. yüzyılda başlayan ve Levanten hayat tarzıyla gelişen bir Batılı özentiliğini taşımıştır hayatımıza  ve kitaplarımıza.

Buca, Bornova ve Karşıyaka' yı kuran bu insanlar sanılanın aksine sadece Osmanlı ve Türkiye' nin fırsatlarından yaralanmamış, ellerini taşın altına sokmayı da -birçok Türk'ün aksine- bilmişlerdir. Kurtuluş Savaşı sırasında köşklerinde asker ve mühimmat saklayan aileler, fabrikalarında askerler için savaş ve sanayi malzemesi üretmişlerdir. Bir konuşmasında Alain Giraud, Kurtuluş Savaşı’nda ailesinin başından geçen olayı anlatır. ‘Kurtuluş Savaşı sırasında Türk Ordusu’nun kaput bezi ihtiyacını basma fabrikamızdan karşıladık. Savaş sonunda da Fransız hükümeti çağırıp hesap sordu, ‘Niçin Türklere savaşta kaput bezi verdiniz?’ diye. 

Ülkemizde bulundukları süre boyunca birçok yenilik ve katkıya imza atan Levantenler, İzmir' de ilk belediyeyi (İzmir Belediyesi) Evliyazadelerle birlikte kurarak şehir yönetimine yeni bir anlayış getirmişlerdir. Yine bu insanlar ilk elektrik şirketini kurmuş, ilk hava gazı fabrikasını işletmiş, ilk demiryolu sistemini hayata geçirmiş; Ege Bölgesi’nin ürünlerini dış pazarlara çıkarıp İzmir’de denizciliğin (Dutilh Denizcilik İşletmesi), bankacılığın (Dersaadet Bankası), ticaretin gelişmesine, İzmir Ticaret Borsası ve İzmir Ticaret Odası’nın kuruluşuna öncülük etmişler. Ege toprağı ve Akdeniz İklimi özelliklerini avantaja çevirerek pamuk, zeytinyağı, tütün, kuru incir ve kuru üzüm gibi ürünlerin işlenmesi ve ihracatına öncülük etmiş, İzmir ürünlerini "Smyrna" imzasıyla birlikte Avrupa’ya taşımışlardır. İstanbullu ve bankerlik konusunda uzmanlaşmış Levantenler ise mal ve ticaret eksiklerini İzmirli dostlarının bu yatırımlarıyla güçlendirmişlerdir.

1922 yılında Kurtuluş Savaşı'nın bitmesi ve akabinde 1923' te Lozan Antlaşması' nın imzalanmasıyla birlikte tüm Türkler gibi Anadolu' da yaşayan Levantenler ve diğer azınlıkların da hayatı değişmiştir. Kapitülasyonların ve azınlık ayrıcalıklarının kaldırılmasıyla birlikte birçok Levanten için Türkiye' deki hayat sona ermiş; ancak bir kısmı İzmir ve İstanbul' da kalarak ticari ve sosyal hayatlarına devam etmişlerdir. Bugün İzmir ekonomisine azımsanamayacak katkıları olan Levantenler, Cumhuriyet döneminde de burada yaşamaya devam edenlerdir. 

Lucien Arkas, Alain Giraud, Alexi Baltazzi, Franz Şlozer, Eliza Pettita, Leonardo Baba ve Maria Rita Epik bu isimlerin başlıcaları. Trajikomik ama şaşalı hayat hikayeleri olan bu isimlerden en tanınmışı ve gerçek bir İzmir aşığı olan Lucien Arkas yurtdışındaki bir anısından; ‘Bir seyahatim sırasında Türklere karşı hep önyargılı konuşmalar geçti. Benim Türk olduğumu bilmiyorlardı. Ben de ‘Türküm’ dedim çok şaşırdılar. Benden korkuyor musunuz diye sorduğumda şaşkınlıkla karşılandım’.  diye bahseder. 

Fransa'dan İzmir'e, Fransız İhtilali'nden hemen sonra gelmiş olan Giraud ailesi Avrupalıların çiftlikler kurduğu Bornova'daki evlerinde Brian Giraud ve Mark Giraud kuzenleri Martin Steinbuchel ve Philip Whittall ile birlikte yaşıyor. Mustafa Koç'un eşi Caroline Koç, Girauld ailesinden geliyor. Bir İzmir aşığı olan Alain Giraud, 7 yıl Kanada’da yaşadığını ve her gece ‘Allahım ne olur gözlerimi İzmir’de açayım.’ diye dua ettiğini söylerken, Herve Giraud İzmir Pamuk Mensucat, İzmir Basma Sanayii gibi dev sanayi tesislerinde üretim ve ihracatı sürdürüyor.

Alsancak’ın 150 yıllık çiçekçisi Franz Şlozer ise Avusturya’dan gelen ender Levantenlerden olduğunu ve  ailesinin 150 yıldır aynı semtte çiçekçilik yaptığını belirtirken esprili bir dille ‘Biz bir aşureyiz’ diyor.

Malta-İngiltere kökenli bir aileden gelen William Buttigieg 20 yıldır İngiltere'nin İzmir Konsolosluğu görevini yürütüyor. İzmir'de eşi Amelia ve kızı Mary-Jane ile birlikte yaşıyor.

İzmir'e İngiltere'den göçen bir ailenin üyesi olan Alfred Simes, 100 yaşına girdiğinde Kraliçe Elizabeth'ten tebrik mektubu aldı. 101'inci yaşını ise 2010 yılında yine İzmir'de oğlu Rodney ve torunu Andres ile birlikte kutlamıştı. Alfred uzun yaşamında Joseph Stalin ve Adolf Hitler ile tanışma fırsatı buldu. I. Dünya Savaşı'nın en ünlü isimlerinden "Arabistanlı Lawrence" lakaplı, Arap kabilelerini Türklere karşı kışkırtıcı ve örgütleyici davranışlarıyla tanınan Yarbay Thomas Edward Lawrence da Simes'in aile evinde kalmıştı.

Gerald Wookey ve Ruby Gladys Whittall'un kızı olan Daphne Wookey, yazları Çeşme'de geçiriyor. 81 yaşındaki İngiliz vatandaşı, 1940'lı yıllarda İzmir'e gelip otomobil ihracatına başlayan İtalyan Enrico Aliberti ile evli. Kökenleri İtalya'nın Saluzzo kentine dayanan Aliberti ailesinin ikinci ve üçüncü kuşak isimleri Enrico Ricardo Aliberti ve oğlu Andrea şimdi otomotiv sektöründe aile işine devam ediyor.

Şimdilerde Karavan Turizm İşletmesi’nin başında bulunan Alex Baltazzi’nin 1745 yılında Venedik’ten Anadolu’ya gelen ataları, Osmanlı’nın ilk bankası olan ve 1847' de İstanbul' da faaliyete başlayan "Dersaadet Bankası"nın ( Banque de Constantinople ) kurucularındandır. Ayrıca Boğaziçi' nde ilk yolcu ve yük taşımacılığı yapan ve Türkiye' deki ilk anonim ortaklık olan vapurculuk şirketi  "Şirket - i Hayriye"nin ilk gemilerini getirmişlerdir. 
 
İki yüz yıl önce Hollanda’dan gelen Dutilh’lerin çocukları Karel ve Hendrik kardeşler, 16 yıl İzmir’in, 4 yıl Türkiye’nin vergi şampiyonu olmuş. Bu iki kardeş Dutilh Denizcilik İşletmesi’ni geçtiğimiz yıllar Anadolu Deniz Ticaret Şirketi’ne bırakarak iş hayatından ayrılmış. 

1850’lerde İzmir’e yerleşen Micaleff ailesinin son temsilcisi Noel Micaleff, zeytinyağı pazarında büyük ağırlığı olan ve Kristal markası ile yağ pazarlayan Ticaret ve Sanayi Kontuvarı’nın başında. 

Ruggero Mainetti’nin kuru meyve işleme ve ihracatı yaptığı, Pierro Corsini’nin Cemal Özgörkey ile birlikte ambalaj ve baskı işinde ortaklıklığının bulunduğu biliniyor.      

Haklarında çok tartışılan, belgeseller yapılan, kimlik ve ırk tartışmalarına sebep olan Levantenler kim olurlarsa olsunlar aksi kabul edilemeyecek bir şey var ki, Anadolu ve İzmir topraklarına çok şey borçlu oldukları kadar çok şey kazandırdıklarıdır. Yazımın başında belirttiğime ek, kendilerine Levanten denmesini istemeyen, bunu aşağılama kabul eden bu isimler bugün kendilerini İzmirli Hristiyan Türk olarak görmekte; hatta bir çoğu da Türk kimliği taşımaktadır. Anadolu ahalisinin de zamanında İzmir' e 'gavur' sıfatını kullanmaları da yine bu kişiler sebebiyledir ki meyhaneleriyle, kahvehaneleriyle, tiyatrolarıyla, kulüpleriyle, müziğiyle, futboluyla, tenisiyle bu hayatı yaşayanlar da gerek oralarda yerleşmiş levantenler, yani artık Osmanlı olmuş sayılan yabancılar gerekse İzmir'in  yerli gayrımüslim halkıydı, eski reaya yani... Ve bu insanların bir kısmı Milli Mücadele' de Atatürk'ün yanında yer alan ve bugüne kadar İzmir'i terk etmeyen; belki çoğu Türk kimlikli vatandaştan çok daha Türk hissedenlerdi. Onlar İzmir' de doğdular, İzmir' de evlendiler, çocukları ve torunları İzmir' de yetişti. Nerelisin denildiğinde gururla verdikleri yanıt, ‘İzmirliyim. 500 yıldır İzmirliyim’ oldu. Batının en doğusu, doğunun en batısı İzmir onlar olmasaydı eksik kalmaz mıydı?

Şimdi bakıyorum da küreselleşmenin acımasız dinamikleri nedeniyle, sermayesini, hayatını, ailesini koruma derdine düşüp sanayi ve ticaretten el çekmeleri; İzmir'i terketmek zorunda kalıp İstanbul' a dahası Avrupa' ya dönmek zorunda kalmaları ne acı.. Hem onlar hem bizim için...

TUĞBA ÇİÇEK
15.01.2013 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder