Bugün İzmir'i İzmir yapan; sosyal hayatına, ekonomisine, kültürüne ve insanına sayısız katkılar sağlayan kimilerine göre Batılı, kimilerine göre Doğulu denilen; kendilerine sorduğunuzda ise üzülerek ' Biz ne Türk'üz ne de Avrupalıyız.' diyen bir halk Levantenler.
Avrupadan doğuya göç ettikleri için bu adı alan bu grup, özellikle Hollanda, İngiltere, İtalya ve Fransa 'dan Doğu Akdeniz kıyı bölgelerine - yani Levant'e - göç eden gayrimüslim tüccarlar olup Osmanlının sosyo - ekonomik düzleminde tarihi bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Levanten
sözcüğü ve Levantenlik kavramı üzerinde tartışmalar süredursun,
günümüzde bu kavramlar genel anlamda, ' Özellikle Osmanı Devleti'nin
kapitülasyon hakkı vermesiyle Anadolu'ya göç eden, zamanının ve bugünün
en önemli liman şehirlerinden biri olan İzmir ve İstanbul' da ticaret ve
kolonicilikle uğraşan gayrimüslim Avrupalılar.' olarak kabul
görmektedir. Bu yazıda bahsi geçen grup İzmir ' e yerleşenlerdir ancak
unutulmamalıdır ki Osmanlı ve günümüz Türkiye' sinde tarihe kattıkları
açısından İstanbul Levantenleri de başka bir araştırma konusu olarak
karşımıza çıkmaktadır. Zira bu koloniler şehre 991' de Bizans' tan
aldıkları imtiyazlarla göçmeye başlamışlar ve İzmir' dekilerden çok daha
uzun süredir bu topraklarda ticaret yapmakta ve yaşamaktadırlar.
İşbu
noktada akla gelen sorunun cevabı ziyadesiyle basittir: Levantenlerin
bu topraklara gelme sebebi, ülkelerinde bulamayacaklari yaşam koşulları
ve iş imkanlarıdır. Kazanılan paranın devlet tarafından sağlanan
imtiyazlarla sürekli artması da dini, ırkı ne olursa olsun her
insanoğlunu cezbedecek en önemli şeydir. Başta sadece ticaret için gelen
bu insanlar, sonraları buralarda yaşamaya başlamıştır.
Dışarıdan
bakıldığında parlak görülen bu yaşam değişikliği, Levantenleri girilen
yeni sosyal ortam içerisinde çözüm arayışlarına itmiştir. Farklı din ve
mesheplerden olan bu azınlıkların, farklı dillerde konuşurken
anlaşamaması, gerek Türk Müslümanlarla gerek kendi aralarında hayati ve
ticari adımlarını atmalarını zorlaştırdığından, kendi aralarında Rumcayı
ortak dil seçerken resmi toplantılarda Fransızca konuşmuşlar,
çocuklarına azınlık okullarında İtalyanca, Fransızca ve İngilizce
öğretmişler; İzmir'in yerli azınlıklarından Rumlar, Gürcüler ve
Ermenilerle evlenmişlerdir. Bu durum yaşanılan soruna çözüm getirse de
uzun vadede etnik özelliklerini yitirmelerine sebep olmuştur. Bugün
birçok Levanten' in 'Ben gerçekten kimim?' sorusunun temelinde bu
kültürel değişme yatmaktadır.
Osmanlı
kültüründeki hoşgörü şüphesiz ki bu azınlıkların da hayatını
kolaylaştıran en önemli etken olmuştur. Öyle ki Türkler gibi Levantenler
de dini günlerini kutlayabilmiş, kendilerine özgü kafeler, kültür ve
eğlence mekanları kurabilmiş, sefaret tercümanlığı ve diplomasi gibi
önemli mevkilerde yer alabilmişlerdir. Pek çoğunun eğitimli ve kültürlü
olduğu bu azınlık, İzmir' e sosyal, ekonomik ve kültürel alanda
yenilikler kazandırmıştır. Postane, tren yolu, belediye, okul ve hastane
gibi hizmetler taşımışlar, şehrin fiziki görüntüsünü modernize
etmişler; mimari, kılık - kıyafet ve eğlence anlayışında yenilikler
getirmişlerdir. İlerleyen zamanlarda Osmanlı siyasi hayatında ve halk
arasında etkin, çoğu kez de belirleyici rol üstlenen Levantenler,
zamanla Osmanlı uyruklarının devlete karşı olan yükümlülüklerinden
bağışık tutulmaları, devlet nezdindeki saygın konumları ve Avrupalılara
özenen giyim - kuşam ve görenekleriyle Osmanlı aydınlarının yanısıra
Türk milliyetçiliğinin tepkisini çekmişlerdir. Lugatımızda yer alan ve
edebiyatımızda sıkça işlenilen 'alafrangalık' teması, özellikle 17.
yüzyılda başlayan ve Levanten hayat tarzıyla gelişen bir Batılı
özentiliğini taşımıştır hayatımıza ve kitaplarımıza.
Buca,
Bornova ve Karşıyaka' yı kuran bu insanlar sanılanın aksine sadece
Osmanlı ve Türkiye' nin fırsatlarından yaralanmamış, ellerini taşın
altına sokmayı da -birçok Türk'ün aksine- bilmişlerdir. Kurtuluş Savaşı
sırasında köşklerinde asker ve mühimmat saklayan aileler, fabrikalarında
askerler için savaş ve sanayi malzemesi üretmişlerdir. Bir konuşmasında
Alain Giraud, Kurtuluş
Savaşı’nda ailesinin başından geçen olayı anlatır. ‘Kurtuluş Savaşı
sırasında Türk Ordusu’nun kaput bezi ihtiyacını basma fabrikamızdan
karşıladık. Savaş sonunda da Fransız hükümeti çağırıp hesap sordu,
‘Niçin Türklere savaşta kaput bezi verdiniz?’ diye.
Ülkemizde
bulundukları süre boyunca birçok yenilik ve katkıya imza atan
Levantenler, İzmir' de ilk belediyeyi (İzmir Belediyesi) Evliyazadelerle
birlikte kurarak şehir yönetimine yeni bir anlayış getirmişlerdir. Yine
bu insanlar ilk elektrik şirketini kurmuş, ilk hava gazı fabrikasını
işletmiş, ilk demiryolu sistemini hayata geçirmiş; Ege Bölgesi’nin ürünlerini dış pazarlara
çıkarıp İzmir’de denizciliğin (Dutilh Denizcilik İşletmesi), bankacılığın (Dersaadet Bankası), ticaretin gelişmesine,
İzmir Ticaret Borsası ve İzmir Ticaret Odası’nın kuruluşuna öncülük
etmişler. Ege toprağı ve Akdeniz İklimi özelliklerini avantaja çevirerek pamuk,
zeytinyağı, tütün, kuru incir ve kuru üzüm
gibi ürünlerin işlenmesi ve ihracatına öncülük etmiş, İzmir ürünlerini
"Smyrna" imzasıyla birlikte Avrupa’ya taşımışlardır. İstanbullu ve
bankerlik konusunda uzmanlaşmış Levantenler ise mal ve ticaret
eksiklerini İzmirli dostlarının bu yatırımlarıyla güçlendirmişlerdir.
1922
yılında Kurtuluş Savaşı'nın bitmesi ve akabinde 1923' te Lozan
Antlaşması' nın imzalanmasıyla birlikte tüm Türkler gibi Anadolu' da
yaşayan Levantenler ve diğer azınlıkların da hayatı değişmiştir.
Kapitülasyonların ve azınlık ayrıcalıklarının kaldırılmasıyla birlikte
birçok Levanten için Türkiye' deki hayat sona ermiş; ancak bir kısmı
İzmir ve İstanbul' da kalarak ticari ve sosyal hayatlarına devam
etmişlerdir. Bugün İzmir ekonomisine azımsanamayacak katkıları olan
Levantenler, Cumhuriyet döneminde de burada yaşamaya devam edenlerdir.
Lucien
Arkas, Alain Giraud, Alexi Baltazzi, Franz Şlozer, Eliza Pettita,
Leonardo Baba ve Maria Rita Epik bu isimlerin başlıcaları. Trajikomik
ama şaşalı hayat hikayeleri olan bu isimlerden en tanınmışı ve gerçek
bir İzmir aşığı olan Lucien Arkas yurtdışındaki bir anısından; ‘Bir seyahatim sırasında Türklere karşı hep
önyargılı konuşmalar geçti. Benim Türk olduğumu bilmiyorlardı. Ben de
‘Türküm’ dedim çok şaşırdılar. Benden korkuyor musunuz diye sorduğumda
şaşkınlıkla karşılandım’. diye bahseder.
Fransa'dan
İzmir'e, Fransız İhtilali'nden hemen sonra gelmiş olan Giraud ailesi
Avrupalıların çiftlikler kurduğu Bornova'daki evlerinde
Brian Giraud ve Mark Giraud kuzenleri Martin Steinbuchel ve Philip
Whittall ile birlikte yaşıyor. Mustafa Koç'un eşi Caroline Koç, Girauld
ailesinden geliyor. Bir İzmir aşığı olan Alain Giraud, 7 yıl
Kanada’da yaşadığını ve her gece ‘Allahım ne olur gözlerimi İzmir’de
açayım.’ diye dua ettiğini söylerken, Herve Giraud İzmir Pamuk Mensucat, İzmir Basma Sanayii gibi dev sanayi tesislerinde üretim ve ihracatı sürdürüyor.
Alsancak’ın 150 yıllık çiçekçisi Franz Şlozer
ise Avusturya’dan gelen ender Levantenlerden olduğunu ve ailesinin 150 yıldır aynı
semtte çiçekçilik yaptığını belirtirken esprili bir dille ‘Biz bir aşureyiz’
diyor.
Malta-İngiltere kökenli bir aileden gelen William Buttigieg 20 yıldır
İngiltere'nin İzmir Konsolosluğu görevini yürütüyor. İzmir'de eşi Amelia
ve kızı Mary-Jane ile birlikte yaşıyor.
İzmir'e
İngiltere'den göçen bir ailenin üyesi olan Alfred Simes, 100
yaşına girdiğinde Kraliçe Elizabeth'ten tebrik mektubu aldı. 101'inci
yaşını ise 2010 yılında yine İzmir'de oğlu Rodney ve torunu Andres ile
birlikte kutlamıştı. Alfred uzun yaşamında Joseph Stalin ve Adolf Hitler
ile tanışma fırsatı buldu. I. Dünya Savaşı'nın en ünlü isimlerinden
"Arabistanlı Lawrence" lakaplı, Arap kabilelerini Türklere karşı
kışkırtıcı ve örgütleyici davranışlarıyla tanınan Yarbay Thomas Edward
Lawrence da Simes'in
aile evinde kalmıştı.
Gerald Wookey ve Ruby Gladys Whittall'un kızı olan Daphne Wookey,
yazları Çeşme'de geçiriyor. 81 yaşındaki İngiliz vatandaşı, 1940'lı
yıllarda İzmir'e gelip otomobil ihracatına başlayan İtalyan Enrico
Aliberti ile evli. Kökenleri İtalya'nın Saluzzo kentine dayanan Aliberti
ailesinin ikinci ve üçüncü kuşak isimleri Enrico Ricardo Aliberti ve
oğlu Andrea şimdi otomotiv sektöründe aile işine devam ediyor.
Şimdilerde Karavan Turizm İşletmesi’nin başında
bulunan Alex Baltazzi’nin 1745 yılında Venedik’ten Anadolu’ya gelen
ataları, Osmanlı’nın ilk bankası olan ve 1847' de İstanbul' da faaliyete başlayan "Dersaadet Bankası"nın ( Banque de Constantinople ) kurucularındandır.
Ayrıca Boğaziçi' nde ilk yolcu ve yük taşımacılığı yapan ve Türkiye'
deki ilk anonim ortaklık olan vapurculuk şirketi "Şirket - i
Hayriye"nin ilk gemilerini getirmişlerdir.
İki yüz yıl önce Hollanda’dan gelen Dutilh’lerin çocukları Karel ve Hendrik kardeşler, 16 yıl İzmir’in, 4 yıl Türkiye’nin vergi şampiyonu olmuş. Bu iki kardeş Dutilh Denizcilik İşletmesi’ni geçtiğimiz yıllar Anadolu Deniz Ticaret Şirketi’ne bırakarak iş hayatından ayrılmış.
1850’lerde İzmir’e yerleşen Micaleff ailesinin
son temsilcisi Noel Micaleff, zeytinyağı pazarında büyük ağırlığı olan
ve Kristal markası ile yağ pazarlayan Ticaret ve Sanayi Kontuvarı’nın
başında.
Ruggero Mainetti’nin kuru meyve işleme ve ihracatı yaptığı, Pierro Corsini’nin Cemal Özgörkey ile birlikte ambalaj ve baskı işinde ortaklıklığının bulunduğu biliniyor.
Haklarında
çok tartışılan, belgeseller yapılan, kimlik ve ırk tartışmalarına sebep
olan Levantenler kim olurlarsa olsunlar aksi kabul edilemeyecek bir şey
var ki, Anadolu ve İzmir topraklarına çok şey borçlu oldukları kadar
çok şey kazandırdıklarıdır. Yazımın başında belirttiğime ek, kendilerine Levanten denmesini istemeyen, bunu aşağılama kabul eden bu isimler bugün kendilerini İzmirli Hristiyan
Türk olarak görmekte; hatta bir çoğu da Türk kimliği taşımaktadır.
Anadolu ahalisinin de zamanında İzmir' e 'gavur' sıfatını kullanmaları
da yine bu kişiler sebebiyledir ki meyhaneleriyle,
kahvehaneleriyle, tiyatrolarıyla, kulüpleriyle,
müziğiyle, futboluyla, tenisiyle bu hayatı yaşayanlar da gerek oralarda
yerleşmiş levantenler, yani artık Osmanlı olmuş sayılan yabancılar
gerekse İzmir'in yerli gayrımüslim halkıydı,
eski reaya yani... Ve bu insanların bir kısmı Milli Mücadele' de
Atatürk'ün yanında yer alan ve bugüne kadar İzmir'i terk etmeyen; belki
çoğu Türk kimlikli vatandaştan çok daha Türk hissedenlerdi. Onlar İzmir'
de doğdular, İzmir' de evlendiler, çocukları ve torunları İzmir' de
yetişti. Nerelisin
denildiğinde gururla verdikleri yanıt, ‘İzmirliyim. 500 yıldır
İzmirliyim’ oldu. Batının en doğusu, doğunun en batısı İzmir onlar
olmasaydı eksik kalmaz mıydı?
Şimdi
bakıyorum da küreselleşmenin acımasız dinamikleri nedeniyle,
sermayesini, hayatını, ailesini koruma derdine düşüp sanayi ve
ticaretten el çekmeleri; İzmir'i terketmek zorunda kalıp İstanbul' a
dahası Avrupa' ya dönmek zorunda kalmaları ne acı.. Hem onlar hem bizim
için...
TUĞBA ÇİÇEK
15.01.2013
TUĞBA ÇİÇEK
15.01.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder